HAYIR MI RİYA MI?

“Sadakaları açıktan verirseniz, bu güzel bir şeydir. Eğer onu fakirlere gizlice verirseniz, işte bu sizin için daha hayırlıdır…” (el-Bakara, 271) âyetini; zekâtın teşvik maksadıyla açıktan, sadaka ve diğer hayır-hasenâtın ise gizlice yapılması gerektiği şeklinde tefsîr etmişlerdir.

Şimdi çevremizde birçok kişi, kurum ve kuruluşa mensup kişilerin durumu olmayan ailelere yardım ettiğini görüyoruz. İslam dininde yapılan hayrın gizli yapılmasının daha makbul olduğu ifade edilirken bazı amelleri açıktan yapılmasında sakınca görünmemiş ki başkalarının hayır yapmasına teşvik unsuru olsun diye. Ama bazı kişiler artık bu hayırları, kendi reklamlarını yapmak için mi yapıyor yoksa gerçekten insani duygularla Allah rızası için mi yapıyor diye bazen kendime soruyorum. Neden mi böyle düşünüyorum hemen söyleyeyim. Durumu iyi olmayan aile iaşe için gelmiş. Tamam, aldın bir de şöyle bak ta fotoğraf çekilelim. Sanki iaşe değil de karşısındaki kişiye plaket veriyor.

Çoğu insanımız, karşı komşusundan bir şey istemeye çekiniyor ki sizin kapınıza gelip yardım alan bu kişilerin fotoğraflarının boy boy sosyal medya ortamında çarşaf çarşaf paylaşılmasını şiddetle kınıyorum. Allah rızası için yapıyorsan kul bilmese de olur. Allah biliyor.

İhlâstan mahrum gönüllerin riyâ ve gösteriş gibi marazlarla bulanık hayırları hiçbir değer ifâde etmez. Bu hususta en büyük tehlike, infâk edenin nefsine bir pay çıkarması veya yaptığı hayrı fânî menfaat düşünceleriyle gölgelemesidir. Dünyevi hayatta, Ali şöyle yapmış, Mehmet böyle yapmış diyebilirler ama önemli olan o hayrı gönülden ve gerçekten hiçbir çıkar olmadan sadece Allah rızası için yapmasıdır.

Özellikle Ramazan ayında iaşe paketlerinin üzerlerine üç dört tane etiket basanlar var. Basmasan ne olacak yani o etiketi? Hatta bazı yardımsever aileler, iaşe paketlerini mahallenin önde gelen kanaat önderlerine teslim ediyor ki yardıma muhtaç insanlara ulaştırsın diye. Birçok kişi beş paketini kendine ayırıyor. Akrabasına,çevresine veriyor.

Nitekim Hazret-i Ömer (r.a.) geceleri sırtında un çuvalıyla fakir mahalleleri dolaşır, kimselere görünmeden, hattâ çoğu zaman kim olduğunu da gizleyerek muhtaçları sevindirirdi.

Hazret-i Ali’nin torunu İmam Zeynelâbidîn Hazretleri de her gece Medîne fukarâsının kapılarına sırtında taşıdığı erzak çuvallarını bırakır, kimseye görünmeden geri dönerdi. Bir sabah o fakirler, kapılarına erzak konulmamış olduğunu gördüler. Sebebini merak ederlerken, Zeynelâbidîn Hazretleri’nin vefât ettiği haberi bütün Medîne’ye yayıldı. Herkes derin bir mâteme büründü.

Zeynelâbidîn Hazretleri’nin naaşı yıkanırken, sırtında içi su toplamış büyükçe yaralar olduğu görüldü. Yakınlarına bunun sebebi sorulduğunda, o mübârek zâtın sırrı da ortaya çıktı. Zira sırtındaki o yaralar, fukarâya taşıdığı erzak çuvalları sebebiyle meydana gelmişti.

İşte merhamet dolu mü’min gönüllerdeki ihlâs tecellîsi ve hayrın ecrini beşerî iltifatlarla zedelememek için gösterilen büyük hassâsiyet!..

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.