SAHİP OLMAK MI? VAR OLABİLMEK Mİ?

Yaşayan bütün canlıların hangi gün doğacağı ve dünyadan ne zaman göç edeceği bellidir ve bunu sağlayan iradeye sonsuz inancımız vardır. Çok net bildiğimiz bir şeydir; bütün canlılar doğar, büyür ve olgunlaşır, zamanı geldiğinde ölür. Kâinat yaratıldığından beri milyonlarca canlı tıpkı bizler gibi bu madde âleminde yaşamını sürdürdü. Şuan da bile yaşamını idame ettirmeye çalışan 7 milyar insan var yeryüzünde. Bu insanların tamamı bir şeylerin sahibi olabilmek için çabalıyor ve inanılmaz bir şekilde gayret gösteriyor. Tıpkı bizden önceki nesiller gibi. Ölüp giden, bunlar benim diyen, buraların sahibiyim zanneden ve elde etmek için bütün insanlığı hiçe sayanlar gibi. Bütün bu kişilerin akıbeti ne oldu? Şuan hepsi de birer ölü, sıradan, yaşamış milyarlarca kişiden birisi. Geçmişte yaşayan bunca insanın kaçını biliyoruz, kaç kişinin ismini hatırlıyoruz? Zamanın da bu kişilerindi bu topraklar ve mallar. Şimdi kimin? Bundan sonra kimin olacak? Bu mülkün asıl sahibi kim?

Yaşamımızı daha iyi idame ettirmek için gayret göstermek, çaba sarf etmek oldukça doğal. Bolluk ve bereket içerisinde yaşama istediği de hepimizin hakkı. Bir şeylerin, bir yerlerin sahibi olma isteği insanın tabiatında vardır. Çünkü insan da nefis vardır ve nefsi onu her zaman daha çok kazanabilmesi için sürekli tetikler. O senin olmalı, sen daha üstünsün, diğerlerinden daha çok kazanmalısın gibi cümleleri kurmayı asla ihmal etmez. İnsanın gözünü öyle karartır ki nereye ve nasıl gittiğinin farkına dahi varamaz. Yolunun doğru mu ya da yanlış mı olduğunu göremez. Sadece sonuca bakar, gördüğü tek şey son noktadır ve elde etmek için her şeyi mübah sayar. Öyle bir hırs verir ki kesinlikle tatminsiz, doyumsuz bir kişiliğe dönüşür. Bütün maneviyatını unutmuştur, değerlerini yitirmiştir ve bu dünya kendi ekseni etrafında dönüyormuş zanneder. Amaçları ve hedefleri bellidir ve onlara ulaşmak için mübah ya da günah onun için hiç fark etmez. Hak, hukuk gözetmez hatta kazandıklarıyla yetinmeyip başkalarının mallarına da göz dikmeye başlar. Tüm dünya onun olsa yetmez, tatmin olmaz üstüne birde kainatı ister. Diyelim ki onu da elde etti. Bunun sonu ne olacak, onun akıbeti nedir? Elbette ki o da herkes gibi, daha öncekiler gibi ruhu bedenden ayrılacak, bedeni ceset olacak. Peki bunlar benim dedikleri kime kalacak? Onun huzurla yiyemediklerini kim har vurup harman savuracak? Nefis, terbiye olmadığı sürece hepimizin yaşayacağı hayat ancak bundan ibarettir. Öyle yaşlılar tanıyorum ki, torunları onların biran önce ölüp gitmesini ve bütün mallarının, servetinin kendilerine geçmesini bekliyor. Adeta gözüne bakıyorlar “ne zaman ölecek?” diye. Allah, bizlere ne öyle bir servet ne de öyle evlatlar nasip etmesin. O yaşlı amca veya teyze neler için, ne kadar mücadele etti bakalım. Neticede bu dünya bizim değil, bize ait değil. Sahibi olduğumuzu zannettiğimiz malların ve mülklerin ancak bekçisiyiz. Hatta konuyu daha da hassaslaştıralım, bekçiliğini yaptığımız bütün maddelerin hesabını acaba nasıl vereceğiz. Kazandığımız her bir kuruşun sualine hazır mıyız? Çocuklarımıza yedirdiğimiz lokmaları helal yollardan kazanmak için yeterince mücadele edip gereken hassasiyeti gösterebiliyor muyuz? Bizim tek odak noktamız madde alemi, maalesef ki gerçek alemi yani mâna alemini ihmal ederek görmezden gelmeye devam ediyoruz. Sonra da başımızdan musubet eksik olmuyor, “ben ne yaptım ki bunlar benim başıma geldi?” diyerek söylenmeye başlıyoruz. Nefsimizi terbiye edemedikten sonra yaşayacağımız sorunların ardı arkası kesilmeyecek ve bu dünyadan göçüp gittiğimizde bir hiç olacağız.

Yaşam boyu bizim iki seçimimiz var. İyilik-kötülük, hırs-azim, hakikat yolu-zorba yolu. Hangi yoldan yürüyeceğimizi seçmemiz için bize bir irade ve akıl verilmiştir. Nereden gidersek gidelim sonuçta ulaşacağımız nokta değişmeyecek çünkü yazgımız açık ve nettir. Başarmak için, yaşama iz bırakmak için, bende varım diyebilmek için, arkamızdan dua edenler olabilmesi için yaşamımızın her anında var olmalıyız. Elbette ki kader, gayrete aşıktır. Her zaman gayretli olmalıyız, çaba sarf etmeliyiz. Bu dünyadan göçüp gittikten sonra arkamızdan birilerinin, “Allah razı olsun!” dedirtebilmeliyiz. Çocuklarımıza bıraktığımız hiçbir servetin bir garantisi yok fakat ahlak, güçlü irade, edep ve sevgi sizi unutulmaz kılar. Kendi değerleriniz ve inançlarınız için verdiğiniz mücadele asla unutulmaz. Zorluklara karşı verdiğiniz sabır ve direnç her zaman örnek gösterilir. Hayat amacınıza ne kadar bağlı olduğunuzu bilen herkes sizden bahsederken yüreği kabarır, övünür. Her ne olursa olsun, nasıl ve nerede yaşarsak yaşayalım “bu hayatta bende varım!” diyebilmeliyiz. Bu bütünün birer parçasıyız hem de önemli bir parçasıyız. Hayat bazı insanları sürükler durur fakat siz hayatınızı yaşamayı tercih edin. Boşa giden zamanı geri getiremiyoruz ve sonuçta nereye gideceğimizi çok iyi biliyoruz. Bir maddeyi elde edebilmek için, yaratılmış bir varlığı görmezden gelemeyiz. “Değerli olan ve değer katan her zaman insandır.” Sevgiyle esen kalın.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.